YAĞMURUN ELLERİ
ya da
ŞİİRLE YAŞAMAK


Siz de benim gibi her an şiir kitaplarına sarılanlardan mısınız? Üzülünce, sevinince, kızınca, aşık olunca, ayrılınca, yaşamaktan yorulunca...

Kendini bulabilmek ve avunmak için, bazen de unutmak ve boşvermek için. O zaman insanı deli eden, kendinden geçiren o sözcüklerin büyüsüne siz de tutulmuşsunuz demektir!

Bir süredir şiirlerin bütünü yanı sıra dizelerdeki hoş, çarpıcı, ilginç sözcüklere de vurgunum, şu başlıktaki "Yağmurun elleri" gibi. Yağmurun elleri olabilmesi düşüncesi başlı başına heyecan verici değil mi? "Hiçkimsenin, yağmurun bile böyle küçük elleri yoktur."

Peki Orhan Veli'nin Dalgacı Mahmut'una ne dersiniz ? Hani gökyüzünü boyar her sabah, uyanır bakarız ki mavi ve deniz yırtılır kimi zaman bilmeyiz kim diker, tabii ki o... Hangimiz zaman zaman onun yerinde olmak istemedik, gökyüzünü boyamak ne halt edeceğimizi bilemediğimiz zamanlarda...

Attila İlhan'da da kendimi bulurum çoğu zaman: "Yeşil bir kuştum bir zamanlar / Nasıl bir yeşil biber yeşili / Şimşekli göklerde uçardım / Sadece rüzgarla ilgili"...

Bazen kırıldığımda: "Beni de kırdılar ben artık küsüm" diye başlarım acı acı... Çoğumuz sevgililerimize okumadık mı: Ben sana mecburum bilemezsin / adını mıh gibi aklımda tutuyorum..." Attila İlhan aşkın her aşaması için bir hazine sanki. Hasret mi, işte: "Sen yoksun / deniz yok / yıldızlar arkadaşım / ya bu gece harikalı bir şeyler olsun / yahud bir bomba gibi /infilak edecek başım /... Bazen sevgiliye yalvarış: "beni koyup koyup gitme / ne olursun / durduğun yerde dur / kendini martılarla bir tutma / senin kanatların yok / yorulursun... Bazen yalnızlık: "karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır / yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım / bu gece dağ başları kadar yalnızım."

Ya hayal kırıklığına uğramış erkeklerimizin favori şiirine ne demeli: "Ne kadınlar sevdim zaten yoktular" dizeleriyle sevgililerinden ayrıldığını kimbilir kaç erkek arkadaşımdan dinlemişimdir... Her seferinde de "Madem yoktular, ne bu sefilliğin öyleyse?" diye düşünerek...

Tabii ki hepimiz kendi sevgimizi "Böyle bir sevmek görülmemiştir" diye tanımlarız önünde sonunda...

"Sen benim hiçbir şeyimsin" dediğimiz sevgililerimiz de olmuştur..

"Bütün kapılar kapanmış dışarda kalmışızdır"...
"Sisler bulvarında kalbimizi susturamamışızdır"...


Attila İlhan duyguların sihirbazıdır.

Resimleri bir yana, Bedri Usta'ya tutunduğum da çok olmuştur. "Hey canına yandığımın dünyası / Hepimizin boynunda ölüm künyesi / Sevda bir yana çeker körolası / Şarap bir yana" der harbiden. "Canının çekirdeğinde diken, gözünün bebeğinde sitem vardır...

Bazen "Biz dünyadan gider olduk / Kalanlara selam olsun / Ama hep böyle gidecekse bu dünya / Kalanlara haram olsun" diyebilecek kadar öfke dolu, bazen de "Işık gibi südün / İnsan gibi dölün / İsa gibi kulun / Kur'an gibi dilin var / ben senin hayranınam" diye Yaradana mektuplar yazacak kadar inançlı...

Esmer sevenler için yine bulunmaz bir kaynak. "Karadutum, çatalkaram çingenem..." sözcükleri kaç esmer kızın eriyip bitmesine neden olmuştur. En azından üç dil bileceksin / En azından üç dilde / Ana avrat dümdüz gideceksin " diye başlayan şiirine bayılmıştım. Sonunda "Çünkü sen ne tarih ne coğrafya / Ne şu ne busun / Oğlum Mernuş / Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun" diye bağlıyordu lâfı...

Özdemir Asaf?.. "Yalnızlık paylaşılmaz / Paylaşılsa yalnızlık olmaz" dizeleri başta olmak üzere yalnızların favorisidir her zaman. "Ama ben en çok şeyi / En kısa zamanda sana söyledim. Yalnız sana." diyebildiğiniz kaç kişi girdi hayatınıza?..

Hem sevip, hem anlayamayınca: "Sensiz de denizi seyredebiliyorum / Hem dalgaların dili seninkinden açık. / ne kadar hatırlatsan kendini boş. Sensiz de seni seviyorum" diye yakındığınız olmadı mı hiç?

Ya "Söylemek için çırpındığım gecelerde, Siz yoktunuz" diye sitem ettiğiniz birileri?.. Yaşasın Özdemir Asaf!

Yine tökezlenip kaldım bir yerlerde diyelim, acil destek gerekiyor. Nazım Hikmet okurum o zamanlarda... Aşk şiirlerini tartışmaya bile açmak istemem şimdi. Piraye'yi bırakıp Münevver'e koştuğunu okuduğumda bana haksızlık yapılmış gibi üzülmüştüm. Hani o "kalbinin kızıl saçlı bacısıydı"?

"Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da / hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, / bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte / yani yürekte" dediği gibi yaşamak istedim sevdalarımı. "Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı" diye avuttuğum günler de oldu kendimi.

Ama ben burada yaşamı savunan şiirlerinden bahsediyorum. "Yaşamaya Dair yani... "Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın" diye başlayan şiirlerden...

Hemen titreyip kendime gelirim. "Nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak" derim kendi kendime...

Sonra Can Baba'yı okurum, o en zor durumlarda bile şiirine yansıyan espri gücü, küfürbaz dili ile "Üzüldüğün şey bu muymuş diye güler yüzüme; ardından sunturlu bir küfür...

Bir siyasinin şiirleri zor durumları kolay karşılamanın yolunu öğretir. "İkindiyin saat beşte , tutuklayıp sardunyayı dipkapalıya atarlar. Adana cezaevine giderken ayışığı manzaraya tüy diker ve o hayatta en çok babasını sevmiştir... Babamın ölümü ardından bu şiiri bana daha da anlamlı gelmiştir...

Bir de Cemal Süreya'nın "Sizin hiç babanız öldü mü / Benim bir kere öldü kör oldum" dizeleri...

Ataol Behramoğlu'nun "Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var" şiirinin son dizelerini de tekrar edip dururum kendime böyle zamanlarda... Bir süre sonra yeniden başlamaya hazırımdır tüm gücümle: "Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana...."


Nilgün GÜNAYDIN - 28 Temmuz 2000, Cuma